Yargı Bağımsızlığı Perspektifinden Yargıç ve Savcı Yardımcılığı Süreci
Öz
Bu araştırma, adaletsizliğin kendisini kapatılmışlıkta gösterdiği, özgürlüğün hiçliğe indirgenmişlikle sakatlandığı suni bir şekilde yaratılmış postmodern alt üst oluşta, özgürlük ve adalete içkin düşünebilen tam bağımsız yargı mensupları yetiştirme kaygısı taşıyarak yapılmıştır. Bu kapsamda olmak üzere yargı bağımsızlığı ilkesinin Türkiye pratiğini, yargıç ve savcı yardımcılığı/adaylığı süreci açısından çeşitli yönleri ile değerlendirmek ve adaylık döneminde bağımsızlığı sağlanamayan bir yargıç ve savcının, yargı bağımsızlığını içselleştirerek, adalete içkin kararlar verebilmesinin imkânsızlığı ispatlanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla yargı bağımsızlığı perspektifinden yargıç ve savcı yardımcılığı süreci, adaylığa ve mesleğe atanmada bağımsızlık üst başlığı altında, yargıç ve savcı yardımcılığı sınavları, eğitimi, mesleğe atanma, bu süreçte göreve son verilmesi, yönetsel yargı alanında hukuk fakültesi mezunu olmayanların yargıç ve savcı yardımcılığına alınmaları ve yargıç ve savcı yardımcılarının genel idare hizmetleri sınıfına dâhil olmaları alt başlıkları ile incelenmiştir.
Bu inceleme yapılırken, bütüncül bir bakış açısına sahip olabilmek için, temel olarak nitel araştırma metodolojisinden yararlanılarak, ilgili konu yorumlayıcı bir yaklaşımla irdelenmiş ve yargı bağımsızlığı olgusu genel olarak incelenmek yerine, yargıç ve savcı yardımcılığı sürecinin yargı bağımsızlığına olumsuz etkileri çerçevesinde genel yargı bağımsızlığı konusu ile etkileşim içinde ele alınmıştır.
Yine konu hakkında derin bir kavrayışa ulaşma çabası ile gerçekliğin izini sürerken, ilgili uluslararası metinler, yüksek mahkeme içtihatları, güncel ve kuramsal kaynaklar nitel içerik analizi metodolojisiyle incelenmiştir.
Bunun yanında yargıçlık ve savcılık mesleğini uzun yıllar icra etmiş bir araştırmacı olarak, tecrübe ettiğim olayların hukuk sezgisi ve aklı ile özümsenmesi neticesinde elde ettiğim bilgi ve deneyimler, konuyu yorumlama sürecinde, her türlü gerçek bilginin kaynağını sezgide arayan idealist bir felsefi bakış açısına düşmeden, bilimsel yöntemin ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Kendi içerisinde hakikat tekelciliği iddiasından uzak olan bu araştırma sonucuyla ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak, bu araştırmada elde edilen bulguların, yargı bağımsızlığını her açıdan ele alma iddiasında olmamakla birlikte, yargıç ve savcı yardımcılarının bağımsızlığının, genel anlamda yargı bağımsızlığını idrak etme ve açıklamada yardımcı olacak veriler sunduğunu söyleyebiliriz.
Özel olarak elde edilen bulgular bakımından ise, içeriği birçok paradoksu barındıran Türkiye pratiğinin, yargı bağımsızlığının başlangıç aşaması diyebileceğimiz nokta olan yargıç ve savcı yardımcılığına ilişkin sınavlar, adaylığa kabul, eğitim süreci, bu süreç içerisinde göreve son verilmesi ve mesleğe atanma olgusu açısından erkler ayrılı ve yargı bağımsızlığı ilkesine taban tabana zıt olduğu, Türkiye Adalet Akademisi’nin yürütme erkinin organik bir parçası olan Adalet Bakanlığı güdümünde bir oluşum olduğu, yine başkanı Adalet Bakanı, doğal üyesi de bakan yardımcısı olan HSK’nın, Adalet Bakanlığının güdümünde yönetsel bir organ olduğu sonucuna varılmıştır.
Özetle, araştırma sonucunda, adaylık döneminde bağımsızlığı sağlanamayan bir yargıç ve savcının, yargı bağımsızlığını içselleştirmesinin çok zor olduğu ve dolayısıyla mesleğe başlangıçta yargı bağımsızlığını köreltecek uygulamalardan kaçınılmadığı takdirde yürütme erkine bağımlı bir yargı erkinden bahsetmenin işten bile sayılmayacağı ve bu nedenlerle yargıç ve savcı yardımcılarının belirlenmesi, eğitimi, görevden alınması ve atanmasının siyasal ve yönetsel makamların iyi niyetine terk edilemeyecek kadar önemli olduğu anlaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yargı Bağımsızlığı, Yargıç ve Savcı Yardımcısı, Eğitim, Mesleğe Atanma, Göreve Son Verilmesi
Judge and Deputy Prosecutor Process from the Perspective of Judicial Independence
Kurtuluş Tayanç ÇALIŞIR
Abstract
This research shows that injustice manifests itself in confinement, freedom leads to nothingness. Freedom and justice in the artificially created postmodern upheaval in which he is crippled by education. It was carried out with the concern of raising fully independent members of the judiciary who can think inherently. In this context Turkey’s practice of the principle of judicial independence, including the process of assistant judge and prosecutor/candidate to evaluate it from various aspects and to evaluate a candidate whose independence could not be ensured during the candidacy period.
The impossibility of judges and prosecutors internalizing judicial independence and making decisions inherent in justice has been tried to be proven. For this purpose, from the perspective of judicial independence, assistant judges and prosecutors process, under the title of independence in candidacy and appointment to the profession, assistant judges and prosecutors’ exams, training, appointment to the profession, termination of duty in this process, law in the field of administrative jurisdiction. Those who are not graduates of the faculty should be appointed as judges and assistant prosecutors and inclusion of assistants in the general administrative services class was examined under subheadings.
While conducting this examination, to have a holistic perspective, the relevant issue was examined with an interpretative approach, mainly by using qualitative research methodology. Instead of examining the phenomenon of judicial independence in general, it interacted with the general issue of judicial independence within the framework of its negative effects on the semi-independence of the process of being a judge and assistant prosecutor. Again, while tracing the reality to reach a deep understanding of the subject, relevant international texts, high court precedents, current and theoretical sources were examined with qualitative content analysis methodology.
In addition, as a researcher who has practiced the profession of judge and prosecutor for many years, the knowledge and experiences i have gained because of assimilating the events. I have experienced with legal intuition and reason are based on the scientific method in the process of interpreting the subject, without falling into an idealist philosophical perspective that seeks the source of all real knowledge in intuition. evaluated within the framework of the principles. If we make a general evaluation of the results of this research, which is far from the claim of truth monopoly. We can say that although the findings obtained in this research do not claim to address the independence of the judiciary from every aspect, the independence of judges and assistant prosecutors is data that will help to understand and explain the independence of the judiciary in general.
In terms of the findings specifically obtained, Turkey, whose content contains many paradoxes, judge and prosecutor practice, which can be called the initial stage of judicial independence. Examinations for assistant positions, admission to candidacy, training process, termination of duty within this process and in terms of the fact of appointment to the profession, there is separation of powers, and it is diametrically opposed to the principle of judicial independence. Ministry of Justice, which is an organic part of the executive power of the Turkish Justice Academy. It is a formation under the control of the Ministry of Justice, whose chairman is the Minister of Justice and whose natural member is the Deputy Minister. It has been concluded that HSK is an administrative body under the guidance of the Ministry of Justice.
In summary, because of the research, a judge whose independence could not be ensured during his candidacy period, and it is very difficult for the prosecutor to internalize the independence of the judiciary and therefore he/she initially starts the profession. A judiciary dependent on the executive power, unless practices that will blunt its independence are avoided. It is not even considered a job to talk about the power of judges and prosecutors, and for these reasons, assistant judges and prosecutors’ determination, training, dismissal and appointment are based on the good will of political and administrative authorities. It was understood that it was too important to be abandoned.
Key Words:Judicial Independence, Judge and Deputy Prosecutor, Education, Appointment to the Profession, Appointments Termination
1.Giriş
Hiç düşündük mü acaba, neden ülkemizde demokrasi hala İskandinav ülkeleri düzeyine ulaşamadı ve hatta neden hala emekleme çağında. Neden demokrasimizin yürümeye başlayacağı günlerin hayalini bile kurmak uzak bir yol gibi görünüyor gözümüze? Neden insanımız hala özgürlüklerden payına düşeni alamıyor? Halk özgürlüğe düşman değilse, özgürlükte halka düşman olmadığına göre sorun nerededir? Özgürlüksüzlüklerden halk beslenmediğine göre beslenenler kimlerdir ya da nedir? Eşitlik ne zaman kanun önünde eşit olmaya mahkûm olmaktan kurtulacak peki, hiç sordunuz mu kendinize açlıktan ağlayan bir çocuk gördüğünüzde? İşte bu ve bu gibi soruların yanıtını bize tam bağımsız, özgür ve özgürlükçü, eşit ve eşitlikçi, demokrat ve demokratik bir yargı düzeni verecektir. Hatta soruların yanıtı olmaktan ziyade sorulara neden olan olgusal sorunlara son verecektir.
Yargının bin bir türlü sorunu vardır ve bu sorunların hepsi de neredeyse yıllardır çözüm bekleyen ve neredeyse kangrenleşmiş sorunlardır. Bu sorunların sebep temelinde yatan şeyin egemenlerin ve iktidarların kendilerine ait olmayan bir yargı istememelerinin sebep olduğu, yargının bağımsız olamaması sorunudur. Bu sorun bir benzetmeyle söyleyecek olursam neredeyse bağımsızlık kanserine dönüşmüştür diyebiliriz. Bu sorun sadece yargının sorunu değil, hak, adalet, insan hakları, iyi, doğru, etik gibi felsefenin bin yıllardır ilgi duyduğu, felsefenin temel konularını da yakından ilgilendiren çok kapsamlı bir sorundur. Zira yargının bağımsız olmadığı/olamadığı bir yerde ne özgürlük, ne adalet, ne hak ve ne de diğer tüm güzel değerler kalacaktır. Bütün bu değerlerin yaşayabilme ön koşullarından en önemlisi yargı bağımsızlığının sağlanması olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette ki herkesin bir yaşamak telaşı var ve bu telaş içinde pek çok bireysel sorunla boğuşuyoruz. Ancak hepimizi yakından ilgilendiren ve hatta bireysel pek çok sorunumuzla da yakından ilgili olan ortak sorunlarımızda var. Bunlardan birisi de yargının bağımsızlığının çeşitli güçler tarafından sürekli olarak engellenmeye çalışılmasıdır. Belki biraz yüksekten uçtuğum söylenebilir ama yaşamak telaşı içinde gözümüzden kaçan eşit ağırlıklı iki sorunuzdan biri insan onurunu yücelten ya da yücelttiği varsayılan adaletin hala sağlanamaması ve diğeri de ne zaman kaybettiğimizi tarih kitaplarının henüz yazmadığı özgürlüğümüze kavuşamamamızdır. Bu iki sorun birbirine karışmış ve çözüm için yargıdan ve yargıçlardan destek beklemektedir. Yargı ve yargıçların bu desteği verebilmesi için de bağımsız olması gereklidir. Bin yıllar önce kaybettiğimiz özgürlüğümüz ve belki de hiç ulaşamadığımız adalete kavuşmak için ilk önce yapılması gerekenler listesinin ilk sırasına yargının bağımsızlığının sağlanmasını yazabiliriz. Hatta yazmamız gerekir. Bu sorunlarımızı başka türlü çözmemize olanak yoktur.
Yargı bağımsızlığı günümüzde hiç olmadığı kadar önem kazanmıştır, zira devletler hiç olmadığı kadar güçlendiği gibi, holdingler ve çok uluslu şirketler ise, tıpkı bir ahtapotun kolları gibi büyümüşler, dünya üzerindeki yedi kıtaya da hükmedebilen yedi koldan fazla kola sahip olmuşlardır. Yine tıpkı bir ahtapot gibi omurgasızdırlar ve bu omurgasızlık onları her kalıba girebilen hinliklerle donatmıştır. Bu kabuksuz ve omurgasız kafadanbacaklılar yedi kıtaya da aynı anda savaş açabilecek kadar güçlenmişlerdir. Bu savaşlarda kollarından birini yitirseler bile, yitirdiğinin yerine ikame bir kol üretmekte gecikmemekte, kendine her zaman ve her yerde bir yedinci kol bulabilmektedirler. Gerçek bir ahtapot nasıl ki, parlak ve dikkat çeken unsurlarla ses çıkaran şeylere karşı zaaf içindeyse, bu yedi kollu küresel şirketlerin de aydınlık fikirlere ve aykırı seslere tahammül gösteremeyen bir zaafı vardır. Bu nedenle aydınlık düşüncenin karşısındadırlar. İşte bu kadar güçlü oluşumlar karşısında sokaktaki sıradan insanlardan tutunda düşünce insanlarına kadar herkesin hakkını koruması gereken bir hukuka, günümüzde hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır. Hukuka olan bu ihtiyaç, beraberinde yargı bağımsızlığına olan ihtiyacı doğurmaktadır. Tam da bu nedenle çeşitli uluslararası antlaşmalar, metinler ve diğer belgeler ile anayasalar ve yasalarda yargı bağımsızlığı, hukuk alanındaki en önemli kavramlardan biri olmuştur.[1]
Bunun yanında verilen bir yargı kararının toplum vicdanında kendine yer edinebilmesi için de kararların her şeyden önce bağımsız ve tarafsız bir yargı organınca verilmesi gerekmektedir. Zaten, meşhur Kızılderili sözündeki gibi, gözü ile değil, yüreği ile hüküm verebilen bir yargıcın varlığı için, yargı erkinin bağımsız, yargıcında güvenceli olması zorunludur.[2] İşte tam da bu nedenle, hukuk devleti olmak ve hukukun üstünlüğüne saygı duymak, hatta hukukun üstünlüğüne[3] dayanmakla kendini yüceltmeye çalışmayan bir modern devlet yok gibidir. Çünkü hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü kavramları devlet yönetiminde modernliğin ilk göstergelerinden birisidir. İşte bu nedenle modern olduğu iddiasındaki her devlet istisnasız bir şekilde bütün iş, işlem ve eylemlerinde hukuki düşüncenin ve hukuki meşruiyetin dışına çıkmamak için halkına söz vermek zorundadır. Tam da bu nedenle modern devlet, kendi koyduğu kuralları hiçbir gücün ya da otoritenin etkisinde kalmadan uygulayabilecek bir yargı sistemi oluşturmakla kendini yükümlü sayar. Bu yükümlülüğünü yerine getirmek için de yargının bağımsızlığını ve yargıç teminatını sağlayarak ilk adımı atar.[4] İşte bu yargı bağımsızlığı amacının devletler tarafından sağlanması için 29 Kasım 1985 tarih ve 40/32 numaralı ve 13 Aralık 1985 tarihli ve 40/146 numaralı kararlarla BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş olan “Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri”ne göre, yargı bağımsızlığının, ülkenin anayasası veya yasalarında yer verilmek sureti ile devlet tarafından teminat altına alınacağı, yargı bağımsızlığına riayet ve onu gözetmenin, bütün resmi ve diğer kurumların görevi olduğu belirtilmiştir.
Ejder Yılmaz’a göre yargı bağımsızlığı, “hiç bir organ, makam veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemeler ve yargıçlara emir ve talimat verememesi, genelge gönderememesi, tavsiye ve telkinde bulunamaması, görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclislerinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaması, görüşme yapılamayacak olması ile yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olması ve bunların yerine getirilmesinin geciktirilememesi” demektir.[5]
2.Araştırma Probleminin Tanımı
Bu araştırmanın temel problemi, yargı bağımsızlığı ilkesinin Türkiye pratiğini, yargıç ve savcı yardımcılığı süreci açısından çeşitli yönleri ile değerlendirmek ve adaylık döneminde bağımsızlığı sağlanamayan bir yargıç ve savcının, yargı bağımsızlığını içselleştirerek, adalete içkin kararlar verebilmesinin imkânsız olup olamayacağının analizidir.
- Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Araştırmanın temel amacı, yargı bağımsızlığı perspektifinden yargıç ve savcı yardımcılığı süreci, adaylığa ve mesleğe atanmada bağımsızlık üst başlığı altında, yargıç ve savcı yardımcılığı sınavları, eğitimi, mesleğe atanma, bu süreçte göreve son verilmesi, yönetsel yargı alanında hukuk fakültesi mezunu olmayanların yargıç ve savcı yardımcılığına alınmaları ve yargıç ve savcı yardımcılarının genel idare hizmetleri sınıfına dâhil olmaları alt başlıkları çerçevesinde yargıç ve savcı yardımcılığı sürecini yargı bağımsızlığı perspektifinden incelemektir.
- Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırma yapılırken, bütüncül bir bakış açısına sahip olabilmek için, temel olarak nitel araştırma metodolojisinden yararlanılarak tasarlanmış ve ilgili konu yorumlayıcı bir yaklaşımla irdelenecek; yargı bağımsızlığı olgusu genel olarak incelenmek yerine, yargıç ve savcı yardımcılığı sürecinin yargı bağımsızlığına olumsuz etkileri çerçevesinde genel yargı bağımsızlığı konusu ile etkileşim içinde ele alınmıştır. Yine konu hakkında derin bir kavrayışa ulaşma çabası ile gerçekliğin izini sürerken, ilgili uluslararası metinler, yüksek mahkeme içtihatları, güncel ve kuramsal kaynaklar nitel içerik analizi metodolojisiyle incelenmiştir.
Bunun yanında yargıçlık ve savcılık mesleğini uzun yıllar icra etmiş bir araştırmacı olarak, tecrübe ettiğim olayların hukuk sezgisi ve aklı ile özümsenmesi neticesinde elde ettiğim bilgi ve deneyimler, konuyu yorumlama sürecinde, her türlü gerçek bilginin kaynağını sezgide arayan idealist bir felsefi bakış açısına düşmeden, bilimsel yöntemin ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir.
- Bulgular
5.1. Yargı Bağımsızlığı İlkesinin Türkiye Pratiğini Yargıç ve Savcı Yardımcılığı/Adaylığı Süreci Açısından Değerlendirmek
Hukukun üstünlüğüne inanıp, hukuk devleti olduğu iddiasıyla yargı bağımsızlığını hedefleyen devletler, hukuka uygun yaşamayı hayat felsefesi yaptıkları gibi, attıkları adımların meşruiyet çizgisi sınırlarına çıkmamasını da esas alırlar. Kısaca yargı bağımsızlığı hedefine yönelmiş devletlerin atacakları ilk adım, kendine mahsus insancıl bir hukuk, bu hukuka uygun bir yaşamı garanti edecek bağımsız mahkemeleri oluşturmak zorundadır. Tam da bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti de yargı bağımsızlığını hedeflemek durumundadır. Bu nedenle yargıç bağımsızlığı demokratik ülkelerde, dikkate alınarak, erkler ayırımı ilkesinin bir çıktısı olarak bu bağımsızlık öncelikle yasama ve yürütme organlarına karşı korunmuştur.[6]
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa’nın 9. maddesinde “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” denilmesiyle, yargı bağımsızlığına mutlak bir önem verilmesi gerektiğini dile getirmiş olmaktadır. Dolayısıyla Hâkimler ve Savcılar Kurulu yargının işleyişi bakımından yargı etiği ilkelerinden en önemlisi diyebileceğimiz yargı bağımsızlığı çerçevesinde yargı pratiği geliştirmek için Anayasa’ya, yasalara, uluslararası metinlere ve hukukun evrensel ilkelerine atıf yapmak zorundadır.
Bu kapsamda olmak üzere, Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nden önce yargı bağımsızlığı denildiğinde HSK tarafından dikkate alınan unsurlar Bangalor Yargı Etiği ilkeleri, Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri, Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa Esasları “Budapeşte İlkeleri”, Savcıların Rolüne Dair İlkeler (Havana Kuralları) ve CCJE’nin Yargının Bağımsızlığı ve Hâkimlerin Görevden Alınamaması Standartlarına Dair Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine Sunduğu 1 (2001) Nolu Görüşü gibi kaynaklardı. Bunların yanı sıra 14.03.2019 tarihinden itibaren HSK tarafından kabul edilip, 14.03.2019 tarih ve 30714 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nin 2. maddesi, yargı bağımsızlığına ilişkin çerçevenin belirlenmesinde dikkate alınmaya başlanmıştır. Bütün bu belgeler ışığında belirlenen yargı bağımsızlığı ilkesinin Türkiye pratiğini yargıç ve savcı yardımcılığı/adaylığı süreci açısından çeşitli yönleri ile değerlendirecek olursak;
5.2. Yargıç ve Savcı Yardımcılığına/Adaylığına ve Mesleğe Atanmada Bağımsızlık
Hak ve özgürlükler, içselleştirilmiş bir demokratik düzen ve adalete içkin bir yargı anlayışı için olağanüstü bir öneme sahip olan yargı bağımsızlığının başlangıç aşaması diyebileceğimiz nokta, yargıçlık ve savcılık yardımcılığına/adaylığına kabul ve mesleğe atanma olgusudur diyebiliriz.
Öncelikle belirtilmelidir ki, elbette ki, hukuk fakültelerinde hukukun, hukukçunun ve insanların, özgür akıl ile düşünebilme hak ve özgürlüğüne sahip olması gerektiği düşüncesinin içselleştirilmesi eğitimi ile başlamalıdır. Hatta bu eğitimin insanın doğduğu andan itibaren başlatılması gerekir diyebiliriz. Zira özgür düşünmesini bilmeyen bir insanın, özgür eylemesi de söz konusu olmayacak; özgür düşünme ve eyleme yeteneğinden yoksun bırakılmış bir insanın da haliyle bağımsız ve özgür düşünceli bir yargıç, savcı ve avukat olması da söz konusu olmayacaktır.
Konumuzla doğrudan ilgili noktaya dönecek olursak, hukuk fakültelerinde verilecek eğitimden sonra yargıçlık ve savcılık mesleğine ilk adımı atarken, yani yargıçlık ve savcılık sınavlarına girerken yargı bağımsızlığı çerçevesinde prosedürler izlenmelidir ki, sonrasındaki aşamalarda verilecek yargı bağımsızlığı eğitim ve izlenceleri vicdan rahatlığıyla içselleştirilebilsin. Yargıç ve savcı adaylığı sınavında başarı kazanan adaylara bu kez de Adalet Akademisi’nde gerekli bağımsızlık eğitimi verilmelidir. Aksi halde adaylık döneminde bağımsızlığı sağlanamayan bir yargıç ve savcının, yargı bağımsızlığını içselleştirmesi çok zordur. Dolayısıyla mesleğe başlangıçta yargı bağımsızlığını köreltecek uygulamalardan kaçınmak zorunludur.
Bu konuda Türkiye’deki pratiğe bakacak olursak;
5.2.1. Yargıç ve savcı yardımcılığı/adaylığı sınavları bakımından
Mevcut gerçeklik şudur ki, dünya üzerindeki hemen her devlet, bürokratik bir yönetim tarzıyla idare edilmektedir. Bürokrasinin başarılı olabilmesi için de liyakat ilkesi esas alınmıştır. Liyakatin olmadığı yerlerde bürokrasinin başarısız olacağı, dolayısıyla devlet yönetimin zaaflar içinde çürüyeceğini söylemek özel bir bilgiyi gerektirmeyen sade ve apaçık gerçekliktir. Yargıç ve savcıları, yargı erkinin vazgeçilmez bürokratları olarak ele alan mevcut devlet anlayışının bu alanda başarılı olmak için yine liyakat ilkesini esas alması kaçınılmazdır. Özetle söylemek gerekirse, yargıç ve savcılık mesleği adalet dağıtıcılığı mesleği olduğundan bu mesleği yürütecek olanların gerek içsel özellikler ve gerekse de mesleki bilgiler yönünden liyakat sahibi insanlar arasından seçilmesi gerekli ve zorunludur. Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü çok anlamlı ve konumuz açısından özet niteliğindedir. “Hâkimlerin ve adliye mensuplarının hizmetlerinin şerefiyle orantılı üstün liyakate malik bulunmaları adliyemizin ruhu ölçüsündedir.”
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Yargıçların Bağımsızlığı, Etkiliği ve Sorumlulukları hakkında 2010(12) sayılı Tavsiye Kararı’nın Hâkimlerin Statüsüne ilişkin 6. bölümünün “Seçim ve Kariyer” alt başlığında yargıçların atanmalarıyla ilgili olarak, objektif kriterlerin yasa veya benzeri bir düzenleyici işlemlerle yetkili makamlar tarafından önceden belirlenmesi gerektiği ve aynı zamanda seçim sürecine ilişkin aşamaların açık, şeffaf ve gerekçeli olması, başarısız görülen (seçilemeyen) adaylara haklarında verilmiş olan karara ve bu kararın alınmasındaki usul ve aşamalara itiraz etme hakkının verilmesini öngörmektedir.
İşte liyakat unsuru tam da bu noktada yargı bağımsızlığının hem başlangıç noktası hem de itici gücü olmaktadır. Bu nedenle mesleğe alımlardaki sınavlarda, önceden belirlenip, ilan edilmiş, liyakate dayalı objektif ölçütlerin geçerli olduğu bir sistem oluşturmak gereklidir. Sonuçta hangi organ belirlerse belirlesin mesleğe alımlarda önceden belirlenip, ilan edilmiş, liyakate dayalı objektif ölçütlerin geçerli olduğu bir sistem yoksa yargıç bağımsızlığı ve tarafsızlığı ta en başından beri yara almış olacak ve bu yaranın kapanması ya uzun yıllar alacak, ya da gittikçe büyüyecektir.
Burada karşımıza liyakate dayalı objektif ölçütlerin neler olduğu ya da olacağı ile bu ölçütleri kimlerin belirleyip, kimlerin puanlayacağı sorunu çıkmaktadır. Eğer liyakat unsurları siyasi bir makam olan Adalet Bakanlığı ya da Adalet Bakanının başkanı, yardımcısının da doğal üyesi olduğu HSK tarafından belirlenecek olursa, işin içine siyasi yanlılık tutumu gireceği için daha başlangıçta yargı bağımsızlığı zedelenecektir. Bunun gibi, bu ölçütleri Adalet Bakanı ya da HSK puanlayacaksa durum yine aynı olacaktır. Bu noktada yapılması gereken, oluşturulacak tam bağımsız bir akademik kurulun belirlediği nesnel liyakat ölçütlerinin belirlenmesidir. Sibel İnceoğlu’nun da dediği gibi, “Yargıç ve savcıların belirlenmesindeki nesnellik siyasi kişiliklerin iyi niyetine bırakılamaz. Liyakate dayalı nesnel bir belirleme yapılması için gerekli olan usulün oluşturulması gerekmektedir.”[7] CCJE’nin bu konudaki görüşü ise şu şekildedir: “Hâkimlerin mesleğe kabulü ve kariyerlerinin “nitelik, dürüstlük, yetenek ve etkinliklerini de gözeten liyakat esasına göre” belirlenmesini temin etmeyi hedefleyen tüm “objektif kıstaslar”, genel bir özellik arz etmek zorundadır. Ancak asıl hayati öneme sahip olan, bu ilkelerin gerçek içeriği ve her bir durum karşısındaki etkisidir. CCJE, üye Devletlerdeki atama ve terfileri gerçekleştiren veya bu konuda görüş bildiren makamların, “hâkimlerin mesleğe kabulü ve kariyerlerinin; niteliklerini, dürüstlük, yetenek ve etkinliklerini de gözeten liyakat esasına göre olmasını” temin edecek objektif ölçütleri geliştirmesi, yayımlaması ve yürürlüğe koymasını tavsiye etmiştir. Bunun yapılmasının ardından, atama veya terfilerden sorumlu olan organ veya merciler bu kıstaslara uygun bir şekilde hareket etmek mecburiyetinde olacaklar ve kabul edilen kıstasların içeriği ve uygulamadaki etkilerinin incelenmesi mümkün olabilecektir.”[8]
Bu durum karşısında Türkiye pratiği incelendiğinde görüleceği üzere, adlî yargı yargıç ve savcı yardımcılığı, idari yargı yargıç yardımcılığı ve avukatlık mesleğinden adli yargı yargıç ve savcı yardımcılığına ilişkin sınav ilanını Adalet Bakanlığı yapmakta, yazılı yarışma sınavları ise, Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafında yapılmaktadır. Dolayısıyla yazılı sınava ilişkin soruların hazırlanması ve yapılışı bakımından eleştirilecek bir husus bulunmamaktadır. Hatta doktora yapmış adayların doğrudan mülakat sınavlarına başvurabileceği belirtildiğinden, yerinde bir uygulama söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, yargıç ve savcı yardımcılarının belirleneceği sınavın yapılıp yapılmaması, yapılacaksa kaç yargıç ve savcı yardımcısının alınacağı, hangi ölçütlerin belirleneceği gibi konularda yürütme organının bir parçası olan Adalet Bakanlığının belirleyici olması yargının bağımsızlığı konusunda önemli bir sorun potansiyelini içinde barındırmaktadır. Bu en basit anlamıyla şu demektir: Yargı erkinin kaç yargıç ve savcıya ihtiyacının olduğunu, bu ihtiyacın hangi ölçütlere bakılarak giderileceğini belirlemek yetkisi, yürütme organı tarafından belirlenecek demektir. Güçler ayrılığına dayanan günümüz demokrasilerinde olması gereken, bahsi geçen belirlemenin bizzat bağımsız yargı erki tarafından yapılmasıdır. Aksi halde, ihtiyaç duyulan yargı mensuplarının temini konusunda dahi yürütme erkine bağımlı bir yargı erkinde bahsedilecektir. Bunun yanında 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası’nın 9/A maddesinde belirtildiği üzere, gerek yazılı yarışma sınavı ve gerekse de mülâkatın sekretarya hizmetlerinin Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmesi, yargı bağımsızlığı açısından içinde potansiyel bir sorun barındıran bir düzenlemedir.
Bu noktada asıl sorun, mülakat sınavları bakımından kendisini göstermektedir. Mülakat sınavını bir mülakat komisyonu yapmakta olup, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası9/A-6 madde fıkrasına göre, Mülâkat Kurulu; Adalet Bakanının görevlendireceği bakan yardımcısı başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ve Türkiye Adalet Akademisi Danışma Kurulu’ndan seçilen bir kişi olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur. Görüldüğü üzere neredeyse tamamı Adalet Bakanının emrinde çalışan yönetsel personelden oluşmaktadır. Bu personelin yargıç ve savcı kökenli olması onların mevcut durumları itibariyle yönetsel bir görevde oldukları ve yönetsel bir makamın emrinde görev yaptıkları gerçeğini değiştirmemektedir. Bu nedenle Adalet Bakanı ya da onun mensubu olduğu iktidarın isteği dışında bir sınav sonucu beklemek iyimserlikten öte saflık olur. Ayrıca yargıç ve savcı yardımcılarının belirlenmesi, siyasal ve yönetsel makamların iyi niyetine terk edilemeyecek kadar önemlidir.
Örneğin bir gazete haberinde, yargıçlık ve savcılık adaylığı/yardımcılığı sınavına Temmuz 2020 ve Haziran 2021 tarihlerinde olmak üzere iki kez giren bir hukukçunun, yazılı sınavlardan 86,3 ve 85,5 puan almasına rağmen, sözlü mülakatlardan gerekli olan 70 puana erişemediği ve yalnızca “Başarısız” yanıtını alarak yargıç ve savcılığa giremediğinden ve Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde başvurarak Adalet Bakanlığından mülakat aday değerlendirme tutanaklarının birer örneğini aldığında, “Muhakeme gücü”, “Bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneği”, “Genel ve fiziki görünüm, davranış ve tepkilerin mesleğe uygunluğu ve liyakati”, “Yetenek ve kültür” ve “Çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı” olmak üzere beş başlıkta 20 puan üzerinden toplamda 1,5-2 dakikalık sürede değerlendirmeye tabi tutulup, sınavı geçmesi için yeterli olan 70 puana erişemediğini öğrendiğinden bahsedilmektedir.[9] Gerçekten de bahsi geçen 5 başlığın her birinden objektif bir sonuç çıkarmak 2 dakikada mümkün olamaz. Bu adeta fizik ve zihin kurallarına aykırı. Belli ki mülakat sınavı tamamen formaliteden ibaret. Asıl yarış, adına referans denilen “torpil” lerin yarışmasında saklı. Mülakat sınavı sonuçlarının bazen bir ay, bazen 4 ay gibi uzun sürelerde açıklanmasından da anlaşılacağı üzere olay tamamen torpillerin/kayırmacıların güçlerinin yarışıdır.
Özellikle belirtmeliyim ki, sınavı yapan mülakat heyeti aynı yöntemle belirlendiği sürece, mülakatta, yani sözlü sınavda verilen yanıtların, kayıt altına alınması durumunda dahi objektif nitelikte bir sonuca ulaşılamayacağı muhakkaktır. Türkiye gerçekliğinde dramatik olan husus ise şudur: Mülakat heyetinde bulunanların mesleki yeterlilikleri gerçek bir yazı ve sözlü sınav ile sorgulansa, hiç birinin bu sınavlarda başarılı olma şansı yok gibidir. Zira Türkiye özelinde önemli mevkilere gelenlerin, klasik liyakat unsurlarına göre değil de genellikle siyasal iktidara ideolojik anlamda sadakatle bağlı olmak veya bir şekilde mülakat heyetine etki edebilecek güç odaklarına yakın olmak gibi özellikleri dolayısıyla geldikleri herkesçe bilinen, ispatı gerek olmayan toplumsal bir gerçekliktir. Bu bilgiye meslekte yaklaşık 27 boyunca çeşitli kademelerde ve unvanlarda bulunmuş bir yargı/savcı gözlemlerim neticesinden ziyade; toplumsal sorunlara duyarlı, toplumsalın içinde yer alan ve gündelik siyasal, bürokratik ve hukuki gelişmeleri izleyip, kafa yoran duyarlı bir yurttaş olarak ulaştığımı söyleyebilirim.
Özetle söyleyecek olursam, yazılı sınav yönünden önceden belirlenip, ilan edilmiş, liyakate dayalı objektif ölçütlerin geçerli olduğu bir sistem oluşturmamışsa; mülakat sınavı yönünden ise, mevcut durum itibariyle yargıç ve savcı olacakları belirleyen mülakat sınavını yapan heyetin, siyasi bir organ olan ve aynı zamanda yürütme erki içinde yer alan Adalet Bakanlığı ağırlıklı olması nedeniyle yargı bağımsızlığı ilkesinin ta en başından zedelendiği söylenebilir. Zaten Avrupa Birliği 2005 İlerleme Raporu’nda, yazılı sınavı geçen adayların Adalet Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir kurul tarafından mülakata tabi tutulmaları, yargıç ve savcı adaylarının istihdamında Adalet Bakanlığı’nın önemli derecede etkili olmasına olanak sağladığı düşüncesiyle eleştirilmiştir.
Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri’nin “Yeterlik, seçim ve eğitim” ile ilgili bölümünde, “Hâkimlik mesleğine, yeterli hukuk eğitimi görmüş, yetenekli ve kişilikli bireyler seçilecektir. Seçim yönteminde, amaca aykırı düşüncelerin rol oynamasını engelleyecek tedbirler alınmalıdır. Hâkimlerin seçiminde, bir kişiye karşı ırk, renk, cinsiyet, din, siyasi veya diğer fikirler, milli veya sosyal menşe ve mal varlığı gibi düşüncelerle hiçbir ayırım yapılmayacak; ancak hâkim adayının ülke vatandaşı olması şartı, ayrımcılık olarak nitelendirilmeyecektir.” denilmek suretiyle yargıçların mesleğe seçilirken, eşitlik ilkesine uygun bir şekilde seçim yapılması gerektiğine vurgu yapılmış olmaktadır. Bu bakımdan, niteliği gereği mülakat sınavlarının objektifliğinin sağlanması ayrı bir öne sahip olmaktadır. Zira sınav heyetinin, sınava gireceklere soracağı soruların ağırlık derecesi konusunda eşitlik esasına göre davranıp davranmadığının ve sorulara verilecek yanıtların puanlandırılmasında adaletli davranıp davranmadığının tespitinin yapılamadığı bir durumda, mülakat sınavının başarılı olanlar aleyhine taraflı bir uygulamaya dönüşmesi işten bile değildir.
5.2.2. Yargıç ve savcı yardımcılarının/adayların eğitimi bakımından
Yargıç ve savcı yardımcılarının/adaylarının eğitiminin, yargı bağımsızlığı esaslarına uygun olarak, akademik niteliklere sahip dışa karşı bağımsız, kendi içinde özerk bir kurum tarafından organize edilmesi gerekirken, Türkiye uygulamasına bakıldığında, adayların eğitiminden sorumlu olan Türkiye Adalet Akademisi’nin Adalet Bakanlığı güdümünde bir oluşum olduğu görülmektedir. Akademi’nin, yargıç ve savcı yardımcıları ile yargıç ve savcılara yönelik eğitim planlarını hazırlamak, yayımlamak ve uygulamakla görevli olduğu, öğretim elemanı olarak görev yapacakları Adalet Bakanının belirleyecek olması hususuyla birlikte düşünüldüğünde, yargıç ve savcılara yargı bağımsızlığının öğretildiği yerler değil de iktidarlara biatın öğretildiği yerler olması işten bile değildir. Bu bakımdan Türkiye’de yargıç ve savcı adaylarının eğitimi yargı bağımsızlığı ile tamamen çelişmektedir diyebiliriz. Özellikle belirtilmelidir ki, yargıç ve savcıların yardımcılık/adaylık döneminde aldıkları başlangıç eğitimi niteliğinde sayılan eğitimlerin, yargıç ve savcı niteliklerinin kazanılmasında ve sürdürülmesindeki etkisinin göz ardı edilemeyeceği[10],[11] gerçeği karşısında, Türkiye Adalet Akademisi’ndeki eğitimin içeriği, eğiticilerin belirlenmesi ve veriliş tarzı bakımından yargı bağımsızlığını doğrudan ilgilendirmektedir.
5.2.3. Yargıç ve savcı yardımcılarının/adayların mesleğe atanması bakımından
Hukukun üstünlüğüne inanan, demokratik zeminde yargı bağımsızlığını içselleştirmiş bir devlet aygıtının varlığından söz edebilmek için, yargıç ve Cumhuriyet savcısı adaylarının mesleğe kabul işlemlerini yasama ve yürütme erkinin dışında bağımsız bir kurumun yapması uygun olacaktır. Zira yasama erkini, yargı ve yürütmenin; yürütme erkini, yasama ve yargının belirlemediği bir erkler ayrılığı pratiğinde olması gereken, yargı erkini de yasama ve yürütme erkinin belirlememesidir. Türkiye’deki uygulamada her ne kadar Hâkimler ve Savcılar Kurulu İkinci Dairesi tarafından, meslek öncesi eğitimlerini tamamlayan yargıç ve Cumhuriyet savcısı adaylarının mesleğe kabul işlemleri yapılıyor olsa da başkanı Adalet Bakanı, doğal üyesi bakan yardımcısı olan HSK’nın, aslında adalet bakanlığının güdümünde yönetsel bir organ olması gerçekliği karşısında mevcut uygulamanın yargı bağımsızlığı ile bağdaşır bir yönü bulunmamaktadır. Özetle, erkler ayrılı ilkesinin bir gereği olarak her erkin kendi kadrolarını yine kendisinin belirlemesi bu ilkenin doğası gereğidir. Dolayısıyla yargı erkinin insan unsuru olan yargıç ve savcıların belirlenmesi görev ve yetkisinin de yine yargı erkinin kendisinde olması gerekmektedir.
5.2.4. Yargıç ve savcı yardımcılığı/adaylığı sürecinde göreve son verilmesi ve yargı bağımsızlığı
Yargıç ve savcı yardımcılarının adaylık süresi içinde görevlerine son verilmesini düzenleyen 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası’nın 12. maddesinde adayların; a) Adaylığa atanma niteliklerinden herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması, b) Adaylığa alındıktan sonra bu niteliklerden herhangi birini yitirmesi, c) Adaylık süresi içindeki davranışlarında hâkimlikle bağdaşmayacak tutumları, göreve devamsızlığı, bilgi ve iş yapma kabiliyeti bakımından yeterli olmadığının tespit edilmesi, hallerinde adaylığına Adalet Bakanlığınca son verileceği hüküm altına alınmış olup, bu hallerin bir kısmı uygulamada keyfiliğe yol açacak denli belirsiz olması dolayısıyla, yargıç ve savcı adaylarının boynunda Demokles’in kılıcı gibi sallanan bir hüküm olduğu söylenebilir. Böyle bir hüküm yargı bağımsızlığına değil, biat kültürüne hizmet eder.
5.2.5. Yönetsel yargı alanında hukuk fakültesi mezunu olmayanların yargıç yardımcılığına/adaylığına alınması ve bağımsızlık
Hukukçuluk niteliği, sadece belirli derslerin usulen görülmesi ile elde edilebilecek bir olgu değildir. Hukukçu olabilmek için iki koşul olduğunu düşünmekteyim. Birincisi temel hukuk bilgilerini içeren pek çok dersten başarılı olmak, ikincisi de gördüğü bu derslerin üzerine etik değerleri koyarak olaylara adalete içkin bir bakış açısı ile bakabilmek yeteneğinin kazanılmasıdır. Dolayısıyla buradan şu sonuçları çıkarmak mümkündür:
- Hukuk fakültesini bitirmeyen kişi hiçbir şekilde hukukçu olamaz.
- Her hukuk fakültesini bitiren kişi hukuklu olur, ancak mutlaka hukukçu olur diye bir durum söz konusu olamaz.
- Hukuk fakültesini bitirenler içinde etik değerleri içselleştirip, olaylara adalete içkin bir bakış açısı ile yaklaşabilen ve özgürlükleri her zaman genişletici bir yoruma tabi tutabilenler hukukçu olabilir.
Bu önermemizden yola çıkarak pekâlâ şu sonuca da varabiliriz: Kural olarak yargıç, savcı ya da avukat olabilmek için, hukuk fakültesini bitirmek koşuldur. Dolayısıyla bu koşulun yerine getirilmesi, adli yargıda olduğu gibi, yönetsel yargı içinde geçerli olmalıdır. Başka bir deyişle bir kişinin hukukçu olabilmesi için hukuk fakültesinden mezun olması koşul olduğuna göre, ancak hukukçuların yapabileceği meslekler olan yargıç, savcı ya da avukatların da hukuk fakültelerinden mezun olanlar arasından seçilmesi koşuldur. Nasıl ki, yönetsel yargıda çeşitli taleplerde bulunan, hak savunuculuğu yapan avukatlar, hukuk fakültesi mezunları arasından seçiliyorsa, bu avukatların talepleri ile ilgili karar vermek durumunda olan yargıçların evveliyatla hukuk fakültesi mezunları arasından seçilmeleri gereklidir. Bu konuda Kemal Gözler şöyle demiştir: “Nihayetinde idare mahkemelerinde ve Danıştay’da tarafları temsil etmek için avukat olmak ve dolayısıyla hukuk fakültesi mezunu olmak şarttır. Buralarda iddia ve savunma hukuk fakültesi mezunu avukatlar tarafından dile getirilir. Ama iddia ve savunma hakkında kararı veren hâkimlerin hukuk fakültesi mezunu olması şart değildir. Bu bir tuhaflıktır.”[12]
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası’nın “Yargıç ve savcı yardımcılarının nitelikleri” başlıklı 8. maddesinin “c” bendinde hukuk fakültesinden mezun olanlar dışından alınacak yargıç yardımcıları bakımından, hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmış olanların yönetsel yargıda hâkim yardımcılığına atanabileceğinden bahsedilmiş olmasının kendi içinde belirsizlik taşıması kadar, birkaç hukuk dersinin görülmesinin hukuk formasyonu bakımından yeterli görülmesi de yargı bağımsızlığı bakımından telafisi güç sorunlar doğurabilecek bir unsurdur. Zira hak ve özgürlükleri korumak ve çoğaltmakla görevli, adaleti içselleştirmiş, yani hukuk formasyonuna sahip yargıçların varlığından söz edebilmek, birkaç hukuk dersini görmekle sağlanamayacak kadar zor ve meşakkatli bir durumdur. Hukuk formasyonundan yoksun kişilerin yargıç yardımcısı yapılması demek, yargı bağımsızlığını içselleştirmemiş kişilerin yargıçlığa atanması anlamına gelecektir. Bu şekilde atanan kişilerin, kendisini bu mesleğe layık gören egemen güçlerin emrinde birer memur gibi hareket etmeleri işten bile değildir. Bu hususu Kemal Gözler şu şekilde eleştirmiştir: “Nihayetinde nasıl her uzman hekim, kendi uzmanlığı dışında temel tıp bilgisine sahip olmalıysa, idare ve vergi hâkimleri de aynı şekilde genel hukuk bilgisine sahip olmalıdır.”[13]
Burada şu soruyu sorduğumuzda zihnimizde oluşacak yanıt, her şeyi net bir şekilde izah etmeye yetecektir diye düşünüyorum: Türkiye’de 2023 yılı itibarıyla 84 hukuk fakültesi bulunduğu ve 31 Aralık 2022 itibariyle Türkiye’de avukat sayısının 174 bin 533 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yürütme erkinin bir organı olan Adalet Bakanlığının yönetsel mahkemelerde görev yapmak üzere istihdamı düşünülen az sayıda yargıç adayını seçmek için neden siyasal bilgiler, idari bilimler, iktisat ve maliye fakültelerinden kaynak teminine yönelmiş olabilir ki? Yoksa hukuk formasyonu[14] olmayanlar arasından seçeceği yargıç adaylarını daha kolay yönlendirip, biçimlendirebileceğini mi düşünmektedir?
5.2.6. Yargıç ve savcı yardımcılarının genel idare hizmetleri sınıfına dâhil olmaları ve bağımsızlık
2802 sayılı Yasa’nın “Hâkim ve savcı yardımcılığı” başlıklı 7. maddesinin 3. fıkrası gereğince yargıç ve savcı yardımcılarının, Devlet Memurları Yasası’ndaki Genel İdare Hizmetleri Sınıfına dâhil olup, yargıçlık ve savcılığın sınıf ve derecelerine dâhil olmadıkları ve haklarında, Devlet Memurları Yasası’nın 2802 sayılı Yasa’ya aykırı olmayan hükümlerinin uygulanacağı belirtilerek, yargıç ve savcı yardımcıları, yargıç ve savcılara tanınan güvencelerden mahrum bırakılmışlardır. Başka bir deyişle yargıç ve savcı statüsünde olmadıklarından mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık teminatından mahrumdurlar. Daha açık bir ifade ile yürütme organına/Adalet Bakanlığına bağlı birer memurdurlar. Dolayısıyla Adalet Bakanı ve ilgili bürokratları yargıç ve savcı yardımcılarına emir ve talimat verebilecektir. Memur statüsünde olduklarından yargıç ve savcılar hakkındaki disiplin soruşturmalarından farklı bir rejime tabi tutulmuşlar ve memurların tabi oldukları disiplin soruşturması rejimine tabidirler.
Aslına bakarsanız yargıç ve savcı yardımcılığı dönemine memur statüsünde başlamak, yargıç ve savcı yardımcılarının Adalet Bakanlığı’nın birer memuru oldukları düşüncesini, adeta bilinçaltlarına zerk etmek demektir. Bu durum, üç yıl boyunca Adalet Bakanlığının memuru konumunda çalışan insanların, memuriyet bilincini içselleştirmeleri ve daha sonraki yargıç ve savcılık görevlerinde bilinçaltı yönlendirmesinin etkisine maruz kalmaları demek olacaktır. Yargıç ve savcılık görevi sırasında yönetsel yönden bağlı oldukları HSK’nın başkanının Adalet Bakanı olması ise, durumu daha da katmerli hale getireceği aşikârdır.
6.Sonuç ve Öneriler
Bu araştırma sonucunda genel olarak yargıç ve savcı yardımcılarının bağımsızlığının, genel anlamda yargı bağımsızlığını idrak etme ve açıklamada yardımcı olacak veriler sunduğu görülmüştür. Özel olarak elde edilen bulgular bakımından ise, içeriği birçok paradoksu barındıran Türkiye pratiğinin, yargı bağımsızlığının başlangıç aşaması diyebileceğimiz nokta olan yargıç ve savcı yardımcılığına ilişkin sınavlar, adaylığa kabul, eğitim süreci, bu süreç içerisinde göreve son verilmesi ve mesleğe atanma olgusu açısından erkler ayrılı ve yargı bağımsızlığı ilkesine taban tabana zıt olduğu, Türkiye Adalet Akademisi’nin yürütme erkinin organik bir parçası olan Adalet Bakanlığı güdümünde bir oluşum olduğu, yine başkanı Adalet Bakanı, doğal üyesi de bakan yardımcısı olan HSK’nın, Adalet Bakanlığının güdümünde yönetsel bir organ olduğu sonucuna varılmıştır.
Özetle, araştırma sonucunda, adaylık döneminde bağımsızlığı sağlanamayan bir yargıç ve savcının, yargı bağımsızlığını içselleştirmesinin çok zor olduğu ve dolayısıyla mesleğe başlangıçta yargı bağımsızlığını köreltecek uygulamalardan kaçınılmadığı takdirde yürütme erkine bağımlı bir yargı erkinden bahsetmenin işten bile sayılmayacağı ve bu nedenlerle yargıç ve savcı yardımcılarının belirlenmesi, eğitimi, görevden alınması ve atanmasının siyasal ve yönetsel makamların iyi niyetine terk edilemeyecek kadar önemli olduğu anlaşılmıştır.
Bu sorunların nasıl çözüleceğini Ahmet İnam’ın deyimiyle kısaca belirtmek gerekirse, “…akıl yoluyla çözülebilirler; bilimsel veriler ve mantıksal yöntemlerle çözümler üretilebilir. Sorunlar, ‘büyük’, ‘tepeden inme’ kuramlarla açıklanamaz, çözülemez; her sorunun kendi yapısına uygun çözümler aranmalı, deyim yerindeyse sorun mühendisliği gerçekleştirilmelidir (Felsefede Karl Popper’ın yaklaşımı!). Dünya, sorun yaşayıcılarla, sorun çözücülerin dünyasıdır!”[15] Sorun çözücülerden olmak istiyorsak, geçmişten günümüze varolan ve artık ağızlarda pelesenk olan eskimiş söylemler ve eskimiş doktrinlerle gelecek bin yıllara ışık tutamayacağımızı bilmeliyiz. Fakat yine eskiden beri süregelen felsefi ve etik kavramların içinin boşaltılmaması gerektiğini öngörmeliyiz. Bu şekilde kolektif sorunumuz olan yukarıda bahsettiğimiz iki soruna da bireysel katkılarımız olabilir. Bu bireysel katkılar denizde damla da olsa, bir gün o denizi yeniden yaratacak bir sel olacak ve bireysel iradelerimiz kolektif iradeye dönüşecek ve sonuçta özgürlüğe yeniden, adalete ilk kez kavuşacağız belki de.
Sorun ve sorunun çözümü ile ilgili olarak son olarak şunu söylemek isterim ki, sorunları görüp çözmek yerine, o sorunlar yokmuş gibi davranmayı tercih ettiğimiz sürece, sorunun bir sistem ve irade sorunu olduğunu kavramadığımız sürece, Einstein’in dediği gibi, hiçbir sorunun, onu yaratan bilinç düzeyi ile çözülemeyeceğini anlamadığımız sürece, çözüm bize de sorunlara da uzaktır/uzak kalacaktır.
Bu durumda şu çözüm önerilerinin faydalı olacağını düşünmekteyim:
Her şeyden önce yargıç ve savcıların mesleğe kabul aşamasında hangi organın belirleyici olduğu üzerinde durulmalıdır. Erkler ayrılı ilkesinin bir gereği olarak her erkin kendi kadrolarını yine kendisinin belirlemesi bu ilkenin doğası gereğidir. Dolayısıyla yargı erkinin insan unsuru olan yargıç ve savcıların belirlenmesi görev ve yetkisinin de yine yargı erkinin kendisinde olması gerekmektedir. Bu bakımdan Adalet Bakanlığı yargı erkinin bir organı olmadığından yargıç ve savcıların mesleğe kabul aşamasındaki sınavları yapan, eğitimini veren organ olmaması gerekir. Bu organın tam bağımsız HSK olması gerekir. Dolayısıyla önce HSK’nın yürütme erkinden arındırılması, dışa karşı bağımsız, içte özerk bir yapısının olması gerekir. Bunun yanında kendi içinde bürokratik bir organ şeklinde bürünmemesi için de gerekli teorik be pratik önlemler de alınmalıdır.
Yazılı sınav yönünden, önceden belirlenip, ilan edilmiş, liyakate dayalı objektif ölçütlerin geçerli olduğu bir sistem oluşturulmalıdır. Mülakat sınavı yönünden ise, yetkinliğe sahip, siyasi iradeden ve bürokrasiden arındırılmış tam bağımsız bir mülakat heyeti oluşturulmalı, mülakat sınavları kayıt altına alınmalı, etkin bir itiraza olanak vermeli ve hem yazılı hem de sözlü sınavlarda sorulacak sorular, objektif, bilimsel ve liyakat unsurlarını ortaya çıkartacak şekilde tam bağımsız bir heyet tarafından hazırlanmalıdır.
Yargıç ve savcı yardımcılarının/adaylarının eğitiminin, yargı bağımsızlığı esaslarına uygun olarak, akademik niteliklere sahip dışa karşı bağımsız, kendi içinde özerk bir kurum tarafından organize edilmesi gerekir.
Yargıç ve Cumhuriyet savcısı adaylarının mesleğe kabul işlemlerini yasama ve yürütme erkinin dışında bağımsız bir kurumun yapması uygun olacaktır. Bu husus aynı zamanda erkler ayrılı ilkesinin bir gereği olarak kendisini gösterecektir.
Yargıç ve Cumhuriyet savcısı adaylarının görevlerine son verilmesi gereken haller ile yargıç ve savcıların görevlerine son verilmesini gerektiren nedenler arasında bir paralellik olmalı ve göreve son verme yetkisinin Adalet Bakanlığından alınarak, yeniden ve tam bağımsız şekilde oluşturulacak HSK’ya verilmelidir.
Yönetsel yargı alanında hukuk fakültesi mezunu olmayanların yargıç yardımcılığına alınması uygulanmasına son verilmelidir. Zira ancak, hukuk fakültesini bitirenler içinde etik değerleri içselleştirip, olaylara adalete içkin bir bakış açısı ile yaklaşabilen ve özgürlükleri her zaman genişletici bir yoruma tabi tutabilen hukukçular gerçek manada bir yargıç olabilirler.
Yargıç ve savcı yardımcılarının, Devlet Memurları Yasası’ndaki Genel İdare Hizmetleri Sınıfına değil, yargıçlık ve savcılığın sınıf ve derecelerine dâhil edilerek, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası içinde değerlendirilmelidirler.
7.Kaynakça
Avrupa Birliği 2005 İlerleme Raporu
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Yargıçların Bağımsızlığı, Etkiliği ve Sorumlulukları hakkında 2010(12) sayılı Tavsiye Kararı
Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri
CCJE’nin Yargının Bağımsızlığı ve Hâkimlerin Görevden Alınamaması Standartlarına Dair Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine Sunduğu 1 (2001) Nolu Görüşü
ÇALIŞIR, Kurtuluş Tayanç, Teoride ve Pratikte Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, 1.Baskı, Ankara Şubat, 2012
GÖZLER, Kemal, “Hukukçu Olmayan Hâkimler Sorunu-2”, https://www.anayasa.gen.tr/idari-yargi-hakimleri-uzun.htm, erişim 06.04.2024
İNAM, Ahmet, “Çağımın dünyası için bir resim” Akşam 27.02.2011
İNCEOĞLU, Sibel, “Yeni Anayasada Bağımsız Bir Yargı İçin Neler Yapmalı?Uluslararası Belgeler Işığında Öneriler” TBB Dergisi 2011 (95)
TDK Güncel Sözlük
YILMAZ, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Kitapevi 1986
https://www.evrensel.net/haber/472031/mulakatla-elenen-savci-adayi-mulakat-belgesine-ulasti-bu-kadar-rezilligi-tahmin-etmezdim, erişim 25.03.2024
Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.1990 T,1990/13 E, 1990/30 K.sayılı Kararı
Anayasa Mahkemesi’nin 28/12/2023 tarihli ve E: 2019/72, K: 2023/229 sayılı Kararı
* Mersin Cumhuriyet savcısı, yazar, şair ve felsefeci
[1] ÇALIŞIR, Kurtuluş Tayanç, Teoride ve Pratikte Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, 1.Baskı, Ankara Şubat, 2012,s.13
[2] ÇALIŞIR, age.,s.17
[3] Kimin ve hangi anlayışın hukukunun üstünlüğü sorusunu başka bir makalenin konusu olarak ele almak gerektiğini de düşünüyorum
[4] ÇALIŞIR, age.,s.10-11
[5] YILMAZ, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Kitapevi, Ankara, 1986, s.444
[6] Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.1990 T,1990/13 E, 1990/30 K.sayılı Kararı
[7] İNCEOĞLU, Sibel, “Yeni Anayasada Bağımsız Bir Yargı İçin Neler Yapmalı? Uluslararası Belgeler Işığında Öneriler” TBB Dergisi 2011 (95),s.247
[8] CCJE’nin Yargının Bağımsızlığı Ve Hâkimlerin Görevden Alınamaması Standartlarına Dair Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Dikkatine Sunduğu 1 (2001) Nolu Görüşü m.25
[9] https://www.evrensel.net/haber/472031/mulakatla-elenen-savci-adayi-mulakat-belgesine-ulasti-bu-kadar-rezilligi-tahmin-etmezdim, erişim 25.03.2024
[10] Anayasa Mahkemesi’nin 28.12.2023 tarihli ve E: 2019/72, K: 2023/229 sayılı Kararı
[11] Bahsi geçen bu Anayasa Mahkemesi kararı ile 2.5.2019 tarihli ve (34) numaralı Türkiye Adalet Akademisi Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin tümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE karar verildiğini hatırlatmak isterim.
[12] GÖZLER, Kemal, “Hukukçu Olmayan Hâkimler Sorunu-2”, https://www.anayasa.gen.tr/idari-yargi-hakimleri-uzun.htm, erişim 06.04.2024
[13] GÖZLER, Kemal, agk.
[14] TDK Güncel Sözlük’e göre formasyon, biçimlenme anlamına gelmektedir.
[15] İNAM, Ahmet, “Çağımın dünyası için bir resim” Akşam 27.02.2011

